Stefan Zweig’ın bu kısa ama etkileyici kitabını okurken kendinizi sanki uzun süredir olayın içindeymiş gibi hissedebilirsiniz. Kitap kısa ama sarsıcı. Okurken beni çok etkiledi ve açıkçası üzdü de, insan bu kitabı okurken, bir kadın bir erkek için neden kendini bu kadar yıpratır ve de duygularını frenleyemez diye düşünmekten kendini alıkoyamıyor. Hem de onu hiç önemsemeyen ve de karşılıksız bir aşk beslediği birine karşı. Aslında eleştirmeye kimsenin hakkı yok, sonuçta herkesin karakteri ve gücü aynı değil.
Kitaptan altını çizdiğim yerlerden bazıları şöyledir :
Daracık hayatlar yaşayanlar, kapılarının önünde boy gösteren her yeniliğe karşı daima merak duyarlar.
Yeryüzünde hiçbir şey yoktur ki tıpkı bir çocuğun, hiçbir umudu olmadığı için, karanlıkta kalan, kaynayıp giden sevgisine benzesin.
Dostlar da gelecekler belki, çiçekler getirecekler fakat bir tabutun üstünde çiçekler ne ifade eder ki?
Seni yanımda hissettiğim zaman yıldızları başımın üzerinde görmediğim için şaşırmıştım, kendimi öylesine yakın hissediyordum gökyüzüne.
Ve şuna inanıyorum, beni, ben ölüm döşeğinde yatarken çağırsaydın bile kalkıp sana koşmanın gücünü derhal bulurdum kendimde.
Fakat sen kimsin ki benim için, beni asla, asla tanımamış olan sen, yanımdan sanki ben bir su birikintisinden daha fazlası değilmişim gibi geçip giden, beni sanki bir taş parçasıymışım gibi rastgele bulan, daima çekip giden ve beni sonsuz bir bekleyişin içinde bırakan sen.
Zweig, S. (2017). Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu. İstanbul: Roman Oda Yayınları.
51 total views